16 Kasım 2011 Çarşamba

iki duygu arasında kalmak
birine ihanet etmek
diğerine ise
sevdiğini bile söyleyememek
pişmanlık değil
yalnızlık
söylememek
söyleyememek
zamanla hiçbir şey
hiç
hissetmemek
hissedememek
öylece kalmak
sadece yalnız
ben sadece
geçmişimden
geçmiş bir gölgeyim
ben değil
o'yum
ama bilmiyorum
o kim?
ne isterdi acaba bir ölü?
rastgele
herhangi bir ölü
bir dilek hakkı olsaydı
ya da nasıl yaşardı?
tekrar vücut bulsa
ömrünü bitmiş
ama yarım kalmış
bir ölü
ister miydi sevmek?
sevebilir miydi peki?
cevabı olmayan sorularımı
cevaplayabilir miydi?
ben ölsem
olur muydu?
şimdi ölsem
ölsem sadece
kendimi götürmesem
gömseler beni
kendi cenazemde
öylece dikilsem
ne olurdu?
sevmek için
yalvarıyorum
ben
kendime
ne yaparsam
kendime
neden tek başıma kalırım?
bunu neden isterim?
yalnızlığımın
bir başınalığımın farkına varmam
yalnız olduğum zaman
gece olur
herkes yatar
ben kalkarım
tek başıma sabahlarım
sabah olur
herkes uyanır
ben yatarım
kaçarım aslında
yalnız kalmak için
rüya görmeye bayılırım
kabusları da severim
his verir bana
unuttuğum hisler
korktuğum
muhtaç olduğum..
severim hepsini
kalan sevgimle
yarın'a kadar
yarın olur
ben kalırım
bana kalırım
ben..
ağlayamam bile
utanırım
ama bazen
yalnızken..

14 Kasım 2011 Pazartesi

yalnızlık
git başımdan
çekemem seni
hem ne diye geldin ki?
nedir bu boşluk?
seni çağıranlara git
isteyen olursa
benden sana durak yok
ne diye bekliyorsun?
hemen git
şimdi git
neden bu kadar değerlisin?
paylaşamıyorum seni kimsemle
yalnız bendesin
yalnız benim
bir tarifin de yok
keşke
diyebilsem ki
yalnızlık budur
kelimeler boşalıyor
içleri boşalıyor
çok söylemek istiyorum
sonunda eehhh demek
olmadan anlatıcaklarım
sadece
sadece bir duruş
bir durum
bir an
bir ses
bir nefes
bir insan
ol demekle
olsa
ah bir olsa..

8 Kasım 2011 Salı

kimsenin beni tanımadığı bir yere gitsem
orada ölsem sonra
kimse ağlamasa arkamdan
cenazemde tanıdık olmasa
nasıl bilirdiniz dediklerinde
etrafta kimse yok
soruyu ben cevaplarım
susarak
insan olarak doğdum
peki ya ne olarak öleceğim
sıkıldım
ben kendime gidiyorum..

30 Ekim 2011 Pazar

Geçiş

Son kadehi de bitirdikten sonra hesabı ödeyip çıktım bardan. Taksiye binmek istemedim. Hava biraz soğuktu ama beni kendime getiriyordu. Titreye titreye yürümeye başladım. Etrafta sadece polisler, fahişeler ve benim gibi bardan çıkan insanlar vardı. Bir sigara yakmak için elimi cebime attım ve paketi çıkarttım. Tek dal kalmıştı. Sigarayı dudaklarımın arasına koydum ve paketi buruşturup attım. Sigarayı yakmak için durdum zaten hiçbir zaman yürürken sigara yakamazdım. Çakmağımı çaktım ama alev almadı sadece kıvılcımlar çıktı. Tekrar tekrar denedim. Olmadı. Çakmağı da fırlatıp attım. İşe yaramıyorsa üstümde taşımanın bir anlamı yoktu. Sigara içen biri var mı diye etrafıma bakındım. Bankta tek başına oturmuş sigara içen birini gördüm ve ona doğru ilerlemeye başladım. Yanına gittiğimde ateşini alıp alamayacağımı sordum. Cebinden oldukça eski bir zippo çıkarttı ve bana doğru uzattı. Sigaramı yakıp, teşekkür ettim ve ateşini geri verdim. Tam yoluma devam etmeye başlayacakken adımı sordu. Bu soruyu cevaplasam mı diye bir an düşündüm ve önemi olmadığına karar verip ona adımı söyledim. O da kendi adını söyleyip ayağa kalktı ve elini uzattı. Biraz garip geldi bu davranış bana. Sonuçta ne gereği vardı ki böyle bir hareketin. Elimi uzattım. Hiçbir şey söylemedi ve kalktığı yere oturdu.  Bende yoluma devam etmeye başladım. Nerdeyse haftanın her günü geçtiğim yollardan geçtim ve nihayet oturduğum binanın önündeydim. Anahtarlarımı çıkartıp kapıyı açtım. Neyse ki asansör zemin kattaymış beklemek zorunda kalmadım. Asansöre bindim ve tuşa bastım. Hareket edince apartman kapısının açılıp kapandığını duydum. Herhalde benim gibi bir akşam güneşi daha vardı apartmanda. Kapımın önündeki ters duran paspası düzelttim. Evde olmadığım zamanlarda böyle yapardım. Böylece beni tanıyan insanlar evde olup olmadığımı anlardı. Ne de olsa tek başına yaşayan biriydim ve evdeyken başıma bir şey gelirse, arkadaşlarım kapıyı kırıp içeri girebilirdi. Kapıyı açtım ve içeri girmek için bir ayağımı içeri attığımda boynuma bir iğnenin battığını ve iğneden gelen sıvının vücuduma yayıldığını hissettim. Gözlerim kararmaya başladı ve sendeleyip düştüm. Yerden kalkmaya çalıştıysam da buna gücüm yetmedi. En son hatırladığım kapının yavaşça kapandığıydı...

25 Ekim 2011 Salı

Aile Bağları

Aileler çocuklari için en iyisini düşünür. Söylenen budur. Bunu kabul etmemizi isterler. Böyle düşünmemizi isterler. Saçmalik. Onlarin tek istedikleri körelmiş hayalgüçlerinde yarattiklari insanımsılar. Mükemmel, kusursuz insanımsılar. Bizim için çoktan bir hayat planlamışlar. Kendilerinde olmayan, isteyip de olamadiklari ne varsa da içine koymuşlar. Şunu çok açik söyleyebilirim. Bir bebek mükemmeldir. Kusursuz olan bir şey varsa odur. Zeka küpü ebeveynlerinin emirleri ona ulaşmaz. Ne isterse onu yapar. Ta ki söylenenleri anlayana kadar. İşte o zaman o da kutsallığını kaybeder ve bir daha asla eskisi gibi olamaz. Bu yüzdendir ki her nesil kendi yarattiği tarafindan gömülür.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Demokratik Medya İster misin ?


Demokratik bir medya için nelerin gerekli olduğunu anlatabilmek için önce ülkedeki mevcut düzenden bahsetmek gerekir. Ülkemizdeki iktidar sahiplerinin medya organları üzerindeki etkisinden bahsedelim. Örneğin, şuan iktidar sahibi AKP ile Doğan Holding'in patronu Aydın Doğan ilişkisi. AKP ilk iktidara geldiğinde oldukça yakın ilişkiler içindeydiler. Aydın Doğan'ın sahibi olduğu medya organlarında daha çok AKP lehine haberler yapılıyordu ve aleyhine olan haberler ise en az zıtlıkla yansıtılıyordu hatta yer bile verilmiyordu. Ayrıca Aydın Doğan'ın sahip olduğu diğer iş alanlarında da hükümet, Doğan Holding'e kolaylıklar sağlıyordu. Yani, AKP, petrol ofisinin girdiği işlerde Doğan Holding'e, Aydın Doğan da buna karşılık elinde bulunan medya organlarını AKP lehine kullanıyordu. Ancak daha sonra aralarında çıkan anlaşmazlıklar sonucu bu iyi ilişkileri bozuldu ve bu sefer de birbirleri alyhine çalışmalar yapmaya başladılar. Bu olaydan sonra Aydın Doğan'ınbeş milyar dolarlık vergi borcu çıktı ve sahip olduğu iş alanlarında zorluklar yaşamaya başladı. Bu örnek üzerinden iktidarın medya üzerindeki etkisini görebiliriz. Dolayısıyla diğer medya kuruluşları da iktidarla iyi geçinmek zorundalar. Bunun nedenini de başbakan'ın şu sözleri oldukça net şekilde açıklıyor; "Taraf olmayan bertaraf olur." Nitekim başbakan'ın bu sözleri doğrudur. Mesela bir süre öncesine kadar Kanaltürk Tuncay Özkan'a aitti ama iktidara zıt haberler yaptığı için öncelikle reklam ambargosu almaya başladı. İktidar tarafından büyük firmalara baskı yapıldı ve Kanaltürk'e reklam verilmesi engellendi. İlk aşama buydu. İkinci aşama ise reklam gelirleri olmadığından kanal para kaybetmeye ve doğal olarak borçlanmaya başladı. Bunun sonucunda da Tuncay Özkan kanalını satmak zorunda kaldı. Kanalı satın alan kişiler de iktidara yakın kimselerdi. Biz bundan ne anlıyoruz ? İktidar, işine gelmeyen medya kuruluşlarını susturuyor ve kendi tarafına çekiyor. Yukarıdakine benzer bir örnek İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi kontrolündeki italyan medyası ve Sabina Guzzanti arasında da görülebilir.
Ülkemizde medya ikiye ayrılır; iktidar yanlısı olanlar ve iktidar yanlısı olmayanlar. İktidar yanlısı olmayıp da zıt görüşten yayın yapabilen medya kuruluşları ise nerdeyse yoktur.
Şuan ülkemizdeki tüm medya kuruluşlarının demokratik bir yapıya sahip olduğunu düşünelim. Herkes istediğini söyleyip, yazabiliyor. Sansür yok. Baskı yok. Bunun sonucunda ne olurdu peki ?
Böyle demokratik bir medya düzeni pekala uygulanabilir. Buraya kadar hiçbir sorun yok. Asıl sorun ise bundan sonra başlıyor. Tüm medyalar bu kadar özgür olduğu zaman baskılar, işten çıkarmalar, sansürlemeler, gözaltına alınmalar ve hatta tutuklanmalar başlayacak. Sorun medyanın demokratik olmaması veya olamaması değil. Medya demokratik olursa iktidar tarafından sansürlenir ve baskıya uğrar. Yukarıdaki örneklerde belirttiğim gibi birçok medya kuruluşu kapanmak veya satılmak zorunda kalabilir. İşte bu yüzden ülkemizde demokratik medyanın olabilmesi için iktidarın sahip olduğu gücün gerçek anlamda denetlenebilir olması gerekmektedir.
Medya kuruluşlarından iktidar korkusu nedeniyle demokratik bir medya düzeni beklemek tamamiyle hayaldir. İktidara karşı gelenlerin durumu ise yukarıda anlattığım gibidir.
İktidarın medya üzerindeki etkisinden yanında dinin medya üzerindeki etkisi de oldukça büyüktür. Hiçbir medya çalışanı ülkedeki çoğunluğun inandığı karşı bir haber yapamaz veya eleştiremez. Bu da bana göre bir kısıtlamadır. Zaten şu anki iktidar sahipleri de dini kullanarak başa gelmişlerdir ve hala dini bir siyasi ideoloji olarak kullanmaktadırlar. Medya neden böyle bir gücü karşısına almak istesinki ?
Demokrasiden bahsedilebilecek bir medyatik düzende medya kuruluşlarının takip edilme oranı azalacaktır. Yani dine zıt görüş bildirmese bile eleştiren medya kuruluşları aynı zamanda iktidarı da eleştirmiş olacağından, bu iki gücü de karşısına almış olacaktır ve bunun sonucunda doğal olarak batacaktır.
Demokratik medya sistemine ülkemiz açısından baktığımızda durum böyle. Peki dünyanın neresinde gerçekten demokratik bir medya düzeni var ki ? Medya çok önemli bir güç hatta dördüncü güç olduğu için dünyanın her yerinde kim güçlüyse, medya onun kontrolünde olacaktır.
Bu durumda da medyanın demokratik bir sisteme sahip olması imkansızdır.
Medyanın demokratik olabilmesi için fedakarlık yapılması gerekir. Ancak bu da çok kısa bir süre için geçerli olacaktır. Yani medya çalışanları sansürlenmeyi, kovulmayı, gözaltına alınmayı, tutuklanmayı, çalıştıkları medya kuruluşunun ceza almasını ve hatta kapatılmasını göze alırsa, kısa bir süre için demokratik bir medyaya sahip olabiliriz.

10 Mayıs 2011 Salı

Çıldırtan Proje


Başbakan'ın geçen günlerde açıkladığı çılgın projenin iç yüzünü yavaş yavaş öğrenmeye başlıyoruz. Projenin 2023 yılında tamamlanması öngörülüyormuş. Bu projenin asıl dikkat çeken yanı ise yeni yapılacak olan boğazın etrafında oluşacak rant miktarı. Bu rant miktarının yaklaşık 500 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor. Bu miktar üçüncü köprünün yaratacağı miktardanda fazla.
Üçüncü köprünün yaratacağı tahmin edilen rant miktarı ise 350 milyar dolar civarında. Bu kadar büyük para söz konusu olunca bu projenin hükümet üyelerinin söylediği gibi hizmet için mi yoksa rant için mi olduğu şüphe uyandırıyor.
Bu proje etrafında oluşacak yeni yerleşim yerleri İstanbul'u kaos'a sürükleyebilir. Yeni yapılacak yerleşim yerlerine yerleşecek insanlar, istanbul nüfusunu dağıtmak yerine aradaki boşluklarında doldurulmasını sağlayıp zaten şuan yeterince kalabalık olan İstanbul nüfusu daha çekilmez bir hale gelecek. Haliyle kalabalıklaşan nüfusta istihdam sıkıntısı da artacak.
Projenin yapılması halinde İstanbul bazı su kaynaklarından mahrum kalacak ve bu da su fiyatlarına zam olarak yansıyacak. Zaten yaz aylarında su sıkıntısı çeken İstanbul, mevcut su kaynakları da kesilince bakalım ne yapacak.
Proje henüz faaliyete geçmediği halde projenin yapılacağı güzergah üzerindeki arsaların fiyatı iki kat artmış durumda. Pojenin tamamlanmasından sonra o çevreye yapılacak alışveriş merkezleri, siteler ve diğer yapılardan hükümete yakın olan inşaat şirketleri pastadan paylarını alacak. Bunun yanında İstanbul'da imar'a açılan arsalar azaldığı için hükümet yeni rant alanları yaratma peşinde. Bu yeni rant alanlarının en büyüğü de çılgın proje sayesinde doğacak.
Ayrıca yeni yapılacak boğaz üzerine de köprüler yapmak gerekecek ve köprü geçiş ücretleri adı altında halktan daha da çok vergi alınabilecek. Örneğin, Silivri'de yaşayan birisi bostancıdaki işyerine gidebilmek için fazladan bir köprü geçmek zorunda kalacak. İşe gelişlerde iki köprü, işten dönüşlerde iki köprü, günde toplam dört köprü geçiş ücreti ödeyecek. Bu hesap genele yansıtıldığında köprü geçiş ücretlerinden de büyük bir para geliri elde edilecek.

27 Nisan 2011 Çarşamba

Sansüre Sansür

İlkellik göstergesidir.

Sansürün insan hakları konsepti dışında herhangi bir şey için uygulanması ilkelliktir, kökenini tabulardan alır, toplumun değişmemesi, özellikle de değer yargılarının, kültürünün değişmemesi, öyle kalması, statükonun korunması için uygulanır sansür. bir toplum değişmediği sürece mevcut rejim sürer, her rejimin bir numaralı desturu hayatta kalmak olduğu için de sansür mekanizmaları her alanda devreye girer. Bunu da siyasi sansür için kullanmıyorum, her türlü değer yargılarına yöneltilen düşüncenin sansürü de bunun bir parçasıdır.

Bir meşru kısıtlamadan bahsettik. Peki nedir o insan hakları kısıtlaması?

1- Nefret söylemi. Belli kitleler hakkında nefret söylemi kullanılamaz, açık bir şekilde hedef gösterilemez.

2- Suç övme. Hukuk sistemine saldırı olarak nitelenecek şeylerin duyurulması elbette engellenebilir. cinayeti, hırsızlığı, terörü, ve bunun gibi başkalarının haklarına tecavüz eden her türlü eylemin sınırlandırılması meşrudur. Yalnız burdaki hukuk sistemine saldırıyı, diğer insanların haklarının ezilmesinden ibaret görüyorum, ideal bir hukuk sisteminin varlığını temel alıyorum.

3- Kişiliği ve karakteri şekillendirmeye müsait olduğu için çocuklara yönelik yayınlar. Yasaların ne için var olduğunu, onlara uyması mı uymaması mı gerekli bunun bile ayırdında olamayacakları için, bu soruya cevabı ancak telkinle verebileceği için o da başka bir sebebi yok elbette.

Şimdi 3 şey söyledik, ama bunları bile tartışmalı statüsüne koymamız gerekir.

1- Nefret söylemi. Söylemin ne olup olmadığını anlayamayabiliriz, nefret söylemini düşünce özgürlüğünden ayırt edemeyeceğimiz anlar olabilir, pratikte bazen mümkünatı olsa da teoride farkına varamayacağımız için nefret söylemi bile meşrulaşıp sansür engelinden kalkabilir, tartışılmalıdır bu. Ağızdan çıkan seslerin diğer insanların haklarına bir tecavüz olmadığı söylenebilir. neticede insanların başına soyut yada somut birşey gelmediği sürece hak ihlali yoktur, birisi çıkıp bu sözlere dayanarak hak ihlaline girerse, (öldürürse, döverse vs) suçlu kendisidir, ancak o zaman devreye girmelidir cezai yaptırım, o da sadece döven-öldüren kişi için olmak üzere.

2- Çocuklara yönelik yayınlar. Cinayet, kan, terör gösterilmesi sonucu çocuklar psikopata bağlayabilir, seri katil olabilir, ne bileyim pokemonum diyip camdan atlayabilir, kısacası bazı yayınlar yüzünden çocuklar yanlış şeyler yapabilir. Bu konuda ise sansürün devlet tarafından genel bir uygulama olarak verilmesi değil ebeveynlerin sorumluluğunda olması gerektiğini düşünüyorum. televizyonda eşşoleşşek diyen bir kemal sunal hakikaten çocuk tarafından izlenmemesi gerekiyorsa, bunu yapması gereken ailedir, devlet değil. asıl devletin bu alana müdahale etmesi bir hak ihlalidir, ailelerin çocuklarına nasıl terbiye, görgü vereceğine yönelik bir müdahaledir.

Şimdi pratikte kabul edilen 3 kısıtlamanın bile meşruiyeti sorgulanabilirken, bunun dışında kalan abudik gubidik sansürleri ele almak bile bir zulümdür.

Bunların arasında siyasi sansürler, televizyonda gençlerin ahlakını korumak için konulan sansürler ki hem gence, hem çocuğa, hem ebeveynlere hakarettir, ahlak demişken mesela cinselliğe yönelik sansürler akla gelen ilk gerzek uygulamalar.

Bunlar toplumun değer yargılarını korumak gibi amaçlar için kullanılır. Toplumun değer yargılarından kastedilen de toplumun çoğu tarafından kabul edilen normlar, bu normların herkese dayatılması amaçlanır ki tektipleştirme sürsün, tektipleştirme sürerken sağlanan statüko da sağlam temellere oturtulsun.

23 Nisan 2011 Cumartesi

Tarlabaşı vs Government = Gentrification


Government tries to gentrificate Tarlabaşı nowadays. Buildings are bought from their owners to rebuild. Some people that live in Tarlabaşı are worried about this. But, some people want gentrification to be done.

Tarlabaşı is know for prostitution, drug selling, theft and grab. Prostitutes can be seen on the street at nights. All types of drug can be found there. After 08:00 PM, Tarlabaşı becomes a much more dangerous place than in the morning. When you talk to a person who lives there, that person can show people to you and tell what those people do.

Nuri Yazıcı, 33, Hardwareman, says, “We aren't wanted here.”

Tarlabaşı will become a tourist place after gentrification. Government buys buildings in Tarlabaşı one by one. Tarlabaşı is next to Beyoğlu. So, people who come to see Beyoğlu can come to tarlabaşı as well. But, if Tarlabaşı becomes a tourist place, people who live there lose their jobs and homes.

Nuri Yazıcı, 33, Hardwareman, says, “After gentrification, I'll have a job loss because there is no need a hardwareman in a tourist place.”

Murat Bircan, 26, Barber, says, “It will be great for us that tourists come here. Also, It will be great artisans here as well.”

Maybe, illegal works don't end. But, They will decrease seriously. A lot of people don't even think of going Tarlabaşı because they are afraid. Even some people who live there are unhappy because of illegal works.

Nuri Yazıcı, 33, Hardwareman, says, “There are some university students who come from Marmara university to buy drug.”

Murat Bircan, 26, Barber, says, “I saw that a lot of people who came from outside are raped and usurped with my own eyes.”

Government benefit from people in Tarlabaşı for its own gain. The population there, especially poor people will have to leave tarlabaşı because they can't afford the rents after gentrification. Then, places where poor people have to leave will be sold to rich people with high prices. Besides, there is number 5366 law. It was prepared for only Tarlabaşı. According to this law, you have to sell your property in the price that government wants to buy.

Salih Yazıcı, 29, Hardwareman, says, “It's not for us, it's for rich people.”

Salih Yazıcı, 29, Hardwareman, says, “We wanted 50% share from new buildings that will be built. But, we couldn't have it accepted. Then, number 5366 law was made and we were told that we had to sell our places to them. However, we didn't accept it, either. We went to law with the government.”

People can't go to Tarlabaşı and are afraid. But, after gentrification, everyone will be able to go there easily. That's quite clear. Some people agree with this opinion, some people don't. Moreover, most people who lives there want illegal works in Tarlabaşı to be stopped.

Murat Bircan, 26, Barber, says, “Tarlabaşı will become better than Kadıköy after gentrification.”

11 Nisan 2011 Pazartesi

Tristan's Bar

            " What am i doing here ? " Tristan whispers by himself. He is in a party and he knows a lot of people in the party. But, he doesn't want to be there. People surround him and everyone dance. He sits silently. If he knew how to dance, he could dance. But, he doesn't know. Also, he doesn't want to learn how to dance.
           
            He just watches around. Walls are painted black and there are lots of mirrors on the walls. There are many empty glass on the tables. Cigarette smoke hurts his eyes. He gets up and goes to toilet. Toilet is full. He goes to other downstairs. He sees the people he know here as well. One of them calls him. But, Tristan acts like he didn't hear him and keeps on walking. He finally goes in a toilet. Urinals are broken. Mirror is broken as well. He is washing his face, especially his eyes because his eyes still aches. He looks around. There isn't any paper towel.
           
            He looks at the mirror and sees himself. He has blue eyes, brown hair and more dark beard than his hair. " My appearance is not bad. Moreover, it's pretty good " He thinks. Then, smell there disturbs him and he leaves the toilet.

            The music is turned up and people dance madlier now. He decides to take one more drink and walks to the bar. " Hey ! Bartender, give me the strongest shot you have " Tristan says.  He drinks the shot and pays the five dollars for it and gives tip to bartender.

            There is a big mirror opposite him and he looks at himself in the mirror. The person he sees in the mirror takes off his jacket and walks into crowd. He starts dancing and acts unlike Tristan.
Tristan is in shock and he doesn't move. He just watches himself dancing in the mirror. " Is it me ? Do i know him ? " Tristan thinks. He looks quite confused now.

            He keeps on looking at the mirror until a blonde girl who wears a red mini skirt, black hills and a black blouse touches his shoulder. When he looks behind to see who touched him, he sees her eyes at the first sight and he is impressed. She has blue eyes and dark make up. She sits the bar chair by him and says " One more shot ? ". Tristan smiles and says " Okey. But, if you let me order a coctail to you. ". She smiles, too and accepts the deal. Bartender prepares the shots and serves them. They drinks the shots.

            Tristan tells bartender to prepare best coctail and looks at the people who dance. But, he can't see his twin in the mirror. He thinks that it was a hallucination that occured just in his mind becuse of too much alcohol. Bartender gives the girl her coctail. She says " Tell me about yourself "
Then, he says " I was born, i grew up and i'm here now. " and he winks to her. " I'm still here " she says and they laugh. He realizes that he doesn't know her name and asks " what's your name ? ".   " It's jenny, how about yours ? " She says. "It's Tristan. Also, Tristan was one of the kinghts of the king Arthur. ".

            The music changes and she mounts the bar and starts dancing. Other girls start dancing above the bar, too. Tristan sees his twin in the mirror again.  Although he doesn't smoke, twin who reflect to the mirror smokes, smiles at him and makes shush sign.
            Tristan closes his eyes and when he opens them, the twin isn't there. Something like this happened for the first time. Moreover, twice a day. In the meantime, Jenny gets down and sits by him again. Tristan seems thoughtful. He trys to understand what happened to himself and  why he saw something like that.

            Jenny holds his collar, pulls him to herself and kisses him. Then, she writes her number on his hand. " I expect you to call me " She says and leaves the bar. Tristan notes down her number to his phone and wants a serviette from bartender.  He cleans Jenny's lip print on his lips.

            He goes to toilet and washes the number in his hand. When he looks at the mirror, the twin in the mirror appears one more time, winks to Tristan and says " Good for you ".

6 Nisan 2011 Çarşamba

Kendimden Geriye

Sessizce oturuyorum.
Hafif bir müzik çalınıyor kulağıma.
Müziğin ritmiyle hafifçe sallanıp ritim tutuyorum.
Etrafıma bakıyorum, insanlara.
Hepsi başka bir yalan.
Kimisi gülüyor kimisi ağlıyor kimi de benim gibi sessizce oturuyor.
Hiçbirini tanımıyorum ama burdayım.
İçkinin dozu arttıkça tavırları da değişiyor insanların.
Daha bir rahat oluyorlar, daha bir insan belki de.
Kendi kadehimdeki son damla alkolü de indiriyorum mideme.
Zaman geçtikçe hareketleri hızlanıyor gibi geliyor insanların.
Sanki en yavaş benmişim gibi hissediyorum.
Derin bir nefes alıp oturduğum bar koltuğundan iniyorum.
Sigara dumanı gözlerimi yakıyor.
Gözlerimi kırpıyorum.
İnsanların dans figürleri çok garip.
Kendilerini müziğin ritmine bırakmışlar.
Sanki zincirlerinden kurtulmuş gibiler.
Sandalyeme geri dönmem gerek.
Daha fazla ayakta durursam, yere yıkılırım.

Oturduğum koltuğun tam karşısındaki aynada kendimi görüyorum.
Sandalyeden inip, piste doğru gidiyor.
Ben gibi değil, başka biri gibi hareket ediyor.
Hiçbir zaman yapmadığım aslında bilmediğim şekilde dans ediyor.
Kendini kaybetmiş, umursamaz bir tavırla.
Böyle bir şey daha önce gelmemişti başıma.
Bildiğim kadarıyla dissosiyatif kimlik bozukluğu ya da şizofreni belirtileri bunlar.
Belki ikisi birden, belki de sadece fazla içtim.
Beyza'nın Kadınları diye bir film vardı bu konu üzerine.
Ayrıca Mr. Brooks ve Dövüş Kulubü'nde de işledi bu konuyu.
Akıl Oyunları'nda da vardı buna benzer birşey ama o daha farklıydı.
Hepsi de gayet güzel filmlerdi gerçi ama insanın kendisinde olunca bir garip oluyormuş.

Bir adı var mıdır acaba ?
Yoksa aynı benim ismimi mi kullanıyor ?
Aslında hep kendimle tanışmayı istemişimdir ama bu şekilde değil tabi.
Daha çok içsel bir yolculuk şeklinde düşünmüştüm.
Neyse önemli değil, böyle de olur.
Düşündüm de, ona ne demeliyim ?
sen, ben, siz, ya da ismimle seslensem ?
En iyisi onun birşey söylemesini bekleyeyim.
Peki ya o gerçekse ?
Yani ben sadece onun hayalinde yarattığı biriysem...
Neyse bunları onunla konuşurum artık.
Biraz daha bekleyeyim.
Bir yere kaçacak değil ya...

27 Mart 2011 Pazar

Oturuyorum öyle boş

Şuan beyoğlunda ismi hiçte lazım olmayan bi cafede tek başıma oturmaktayım. Şeftalili nargileyle zevkin doruklarına ulaşıyorum, çok güzel yapmışlar nargileyi, aferin. Arada bi rüzgar esiyo böyle hafif hafif, közlerden dökülen küller etrafa uçuşuyo.

Tam arkamdaki masaaya 3 kız 1 erkek geldi oturdu. oturduklarından beri tavla ve satranç oynuyolar. bilmiyolar da oyunu salaklar. O öyle miydi, bu böyle miydi  ? birbirlerine sorup duruyolar. Çocukların üçüde aynı kıza yazıyo, kepazelik yani, arada atışıyolar kendi aralarında. Kavga falan çıkmaz ama, sanmıyorum yani.

Sol çaprazımdaki masa daha fena, bi kaç çiftten oluşmuş bi grup geldi, iki tanesi yeni nişanlanmış, cıvık bi muhabbetleri var, aşk böcekleri. Diğerleride onlara sataşıyo evlenince şöyle olur böyle olur diye. Çok biliyolar sanki, hıyarlar. Şimdi de çocuk muhabbetine geldi sıra. İyice salaklaştılar. Kız ben çocuğumu sünnet ettirmem diyo, çocuk ta olur mu ya öyle şey diye tartışıyo kızla. Gruptan başka bi eleman ben kız isterim dedi. Yeni nişanlanan çiftin erkek olanı nişanlısına , "nişanlım" diye seslendi. Yok artık ! Bu tarzda bi hitap beni aşar.

Eş zamanlı olarak yeni köz geldi, daha bi gür çıkıyo artık duman. Neyse sağ çaprazda bi amca tek başına oturuyo, son derece ciddi bi şekilde nargile içiyo, helal olsun amca sana ama o giydiğin fıstık yeşili çoraplar olmamış, hiç olmamış hemde. haydaa amcanın yanına başka bi adam daha geldi, onunda turuncu bi yağmurluğu var, sanırım seçmece bunlar.

Saatlerdir nargile içiyorum, kulaklarım tıkandı, öyle pis içiyorum yani. Dudaklarımı yaladım, şeftali tadı sinmiş,  çok güzel oldu bu.

Garson kız akşama gelirsen nargileni ben hazırlayayım, pişman olmayacaksın dedi ve gülümsedi. Şaşırdım. Halbuki önceden pek sevmezdi beni, gerçi belki nargileme zehir koymak niyetinde olabilir. Neyse canım ölmezsem bişi yoktur demektir.

Sol çapraz masadakiler yavaş yavaş azalıyo. çift ya bunlar şimdi, aman da aman. Zaten muhabbetleride bişeye benzemiyodu. 

Arka masaya bi kız daha geldi şimdi, bi tane daha tavla istediler. artık iyice abarttı bunlar işi. olur mu ? olmaz tabi.

ahahha, garson kız yine geldi. Akşama kesin geliyosun di mi ? bi daha yapmam nargile sana dedi. Bu işin altında bi iş var. Kesin zehirleyecek bu beni.

Otur otur sıkıldım, nargilede yandı zaten. Hadi bana güle güle

21 Mart 2011 Pazartesi

Hey, sana söylüyorum; Öldüm ben

Sanırım birazdan beni gömecekler, eğer tabutun kapağı açık olsaydı size söylerdem ne yaptıklarını. Neyse canım zaten öldüm ben, çokta umurumda değil artık ama öldüğüme de üzüldüm be. İyi adamdım ben.
Şu Levent'te yeni açılan İstanbul Sapphire varya, terasına çıktmıştım oranın, on beş lira da para aldılar benden. Neymiş efendim, paralıymış, pehh..
Ölmeden önce gidin bi görün derim, gerçi  bende ölmeden hemen önce gördüm pek birşey anlamaya fırsatım olmadı ama siz gene de gidip görün. Manzara şahane; betonarme parkı.
Sevgili cenaze merasimi düzenleyicileri, İstanbul hakkında herkes bir şey söylüyor bugünlerde. Siz de farketmişsinizdir. Kimisi kadın'a benzetiyor kimisi hapis'e. saçmalık.
Ben istanbul'u bir şeye benzeticek olsam, heralde kesin birşey söylemez, eveleyip gevelerdim. Sizde muhtemelen öyle aval aval suratıma bakar, kafanızı hafifçe aşağı yukarı sallardınız ama ben anlardım bi halt anlamadığınızı.
Tüh ulan bak şimdi anladım; çok erken öldüm ben ya, daha neler yaparmışım halbuki.
Kendi kendime de konuşmayalı uzun zaman olmuş. Neyse canım, nasıl olsa beni kimse duyamaz. İtiraf ediyorum; deliyim ben.
Ey beni gömmek için kürek sırası bekleyen ve muhtemelen burdan çıkışta bi yerde toplanıp benim hakkında saçma sapan konuşacak, boş övgüler sıralayacak insanlar, bakın yine söylüyorum deliyim ben.
Madem deliyim, o zaman istediğimi söyleyebilirim değil mi ? Hey çocuk, şuan büyük ihtimalle kalabalığın arkasında elinde beş litrelik su şişesiyle bekliyorsun. Aferin. Hergün gel sula mezarımı, serp suyu toprağıma.
Bi de papatya ek ama küçüklerinden, hep sevmişimdir papatyaları, Mezar taşlarımı da temizle, pırıl pırıl olsunlar. He bu arada, babanın hayrına yapacak değilsin ya bunları. Hepsinin parasını şuan mezarımın başında en çok ağlayan hıyar kimse ondan al.
Parayı vermez ise hortlar, musallat olurum. Ortağız bundan sonra seninle. Hadi bakalım göreyim seni.
Yağmur da başladı, su damlaları tabutumdan içeri sızıyor. Yaz yağmuru bu, iyidir iyi.
Bi dakika ya, ulan yoksa ıslak ıslak mı gömücekler beni, hiçte sevmem böyle şeyi. Ölü de olsa, insan üzülüyor. En azından beyaz rengini hep sevmişimdir, ya kefen başka renk olsaydı. O zaman daha çok üzülürdüm işte. Neyse canım toprağın altında kim ne diyecek bana..
hoopppaaa, işte tabuttan çıkarıp, mezara koydular beni. Bundan sonrasında zaten bir şey yok. Üstüme başıma toprak yığacaklar falan feşmekan.
Bende sessiz sessiz yatarım artık. Rahatsız eden de olmaz zaten. En güzeli aslında...

18 Mart 2011 Cuma

FRP nedir, ne değildir ?

Frp(fantasy role playing), olmak istediğin ne varsa olabildiğin, sınırları olmayan, tamamiyle oyuncusunun zekasına ve hayalgücüne kalmış bir oyundur.
Oyunda yazılı bir metin yoktur. Bu yüzden senaryo tamamen oyuncuların yaptıkları doğaçlama ile ilerler.
Oyunun en güzel yanlarından biri de çok yakın bir arkadaşınızın bile oyun içi hareketleri tahmin ettiğinizden çok farklı olabilir. Sonuçta siz arkadaşınızı tanıyorsunuz, olmak istediği kişiyi değil.
Oyunu kotrol eden bir şahsiyette bulunur, o na da DM(dungeon master) denir. Çoğunlukla oyun hakkında en çok bilgisi/deneyimi olan kişidir.
DM' e karşı gelinmez, zaten gelseniz de bi faydası olmaz. DM, eğer size uyuz olmadıysa başınıza gelen her olay - küçük bir tavsiye; bir DM'i asla kızdırmayın - hikaye için gerekli bir steptir.
DM'lerin bir diğer özelliği, oyuncuların canlandırdıkları karakter acı çekerken, bundan garip bir şekilde zevk alırlar.
Oyun sırasında karakteriniz ölürse ölür. itiraz edemezsiniz. Aynen gerçek hayatta ölmek gibidir, kabul etmeniz gerekir. Ama şöyle bir tesellisi de vardır; ölen karakteriniz, kazandığı bazı özelliklerden feragat etmeye ya da özelliklerden yararlanma seviyesinin düşmesine razı olursa, aynı karakterle oyuna dönebilir.
Her oyunun ya da görevin sonunda deneyim puanı kazanırsınız ve bu deneyim puanları karakterinizi geliştirmenizde yardımcı olur.
Oyun sırasında karakterler canlandırdıkları karakterin ırksal özelliklerini yansıtması ya da yansıtabilmesi ( evet, bu bir yetenek işidir ve yine evet, ben bu işte iyiyim ) oyuna renk katar.
Kimi frp konseptlerinde zar kullanılır ama ben hoşlanmam, oynattığım karakterin tamamen benim kontrolümde olmasını isterim. ( yeni başlayanlara tavsiye edilir )
Ancak kimi safhalarda illaki zar atmak gerekir ama bu zar atma işi çok kritik veya zor durumlarda gerçekleşir, onun dışında zar'a ihtiyaç yoktur.
Frp, bağımlılık yapar. Birçok üniveristede  klüpleri vardır. Sanırım şuan okumakta olduğum Bilgi Üniveristesinde de var ama biz bi kaç arkadaş toplanıp, kendi grubumuzu yaratmaya karar verdik. ( okulla bir alakası olmayacak bu grubun )
Şuan 5 kişiyiz. Bu yazıyı okuyupta, katılmak/denemek isteyen varsa. Bana ulaşabilirler, bilgi alabilirler.

Dip Not: Filmlerde veya çeşitli dizilerde izlediğiniz ve beğendiğiniz karakterlere benzer karakterlere sahip olabilirsiniz. Mesela sizden neden bir spartacus, aragorn, leonidas ve diğerleri olmasın ki ?

4 Mart 2011 Cuma

Yağmur

+ bak sevgilim, yağmur yağıyor

- yağmur mu ?

+ evet, neden şaşırdın ?

- yağmur olamaz bu

+ yağmur değilse ne  ?

- gözyaşı

+ gözyaşı mı, nasıl ?

- tanrının sevgilim, o ağlıyor

+ tanrı ağlar mı ?

- neden olmasın ?  bizi o yarattıysa eğer..

+ eğer ne ?

- bizi o yarattıysa eğer kendinden bir şeyler vermiş olmalı

+ anlamadım

- duygularımız sevgilim, ondan almış olabiliriz

+ ama bu neden ağladığını hala açıklamıyor

- ilk kez seni seviyorum dediğim zamanı hatırlıyor musun ?

+ evet sevgilim, çok mutluydum

- mutluydun ama sonra ağlamıştın

+ evet ama..

- ama ağlaman mutluluktandı değil mi ?

+ elbette, beni çok şaşırtmıştın

- neden ?

+ çünkü sen çok iyiydin

- iyi mi ?

+ benim için fazla iyiydin, herşeye sahip olabilirdin

- hiçbir şey değişmedi

+ nasıl ?

- hala sahip olabilirim

+ sen, bunu.. nasıl ?

- herşey aynı anda gerçek olamaz

+ gerçek mi ?

- evet, seninle her an gerçek sevgilim

+ ama sen dedin ki; hiçbir şey değişmedi

- ama seni seviyorum

+ ben, bende seni sev..

- ağlıyorsun

+ ağlamıyorum sevgilim

- peki ya yanaklarından süzülen ?

+ o mu ? o sadece yağmur..

25 Şubat 2011 Cuma

Devrime Ses Verdim

22 şubat 2011 gecesi mailime bakınca hocalarımdan birinin mailini gördüm. Son dakika ödevi falan mı diye düşünürken bi cesaretle açtım maili. "yarın derse gelmek yerine sabah 11'de Ayman Mohyeldin'in konuşması var. katılın. yoklama alınacaktır" yazıyodu. Değişiklik iyi olurdu aslında.

Televizyonda Cüneyt Özdemir'in programında gördüm Mohyeldin'i. Anlatıyodu bişeyler. Sabah ne de olsa bi daha anlatır diye dinlemedim.

11 deki konferans a gitmek için ( okula ortalama 30 dk içinde ulaşabiliyor olmama rağmen ) 9 da kalktım. Nasıl olsa zaman var mantığıyla oyalanırken saat 10:30 olmuştu bile. Gitsem mi gitmesem mi gelgitleri yaşamaya başladım. Nasıl oldu bilmiyorum, gitmeye karar verdim. Sanki adam konferans ı bi tek bana vericekmiş gibi bi ruh hali içine girdim, gitmezsem ayıp olur. Kalkmış gelmiş buraya kadar sonuçta.

Neyse taksim akm ye vardığımda saat 10:50 idi. Ben öyle aval aval etrafa bakınırken, benim gibi geç kalmış bir arkadaşın sesi duyuldu; "shuttle 11 de kalkıcakmış. zaten geç kaldık. taksi tutalım" dedi.
Evet, çok mantıklı konuşuyordu. Kabul ettim tabi hemen.  Memur tipli bi amcanın taksisine bindik. Dolapderede indi biri. bu arada akm'nin önünden dolapdere kampüse kadar 5 lira yazıyo taksimetre.

Klasik taksici muhabbetine başladı bizim memur tipli taxi driverımız. dolapdere kampüsten santral e doğru giderken sağ tarafta küçük bi futbol sahası var. onun oraya  alışveriş merkezş yapıcaklarmışta, siyasileri bundan rant sağlayacakmışta, trafik problemi ayyuka çıkmışta birsürü bişey söylüyo işte. cevap vermemekte çözüm değil. keskin sorularla köşeye sıkıştırmaya çalışsa da taksici amca bizi, bu sorulardan alnımızın akıyla çıkmayı bildik.

Santral sınırlarına giriş yaptık, eski shuttleların orada durdu araba. (akm -  santral arası 15 lira tutuyormuş.) --- shuttların oradan kaldırılıp, arka tarafa alınması çok saçma oldu bu arada. ne güzel geliyolardı işte yakına. Zaten arnavut kaldırım bozması yolun sonunda perişan olmaktayız. ben spor ayakkabıyla yürümekte zorlanırken, topukluyla o yolda yürümeye çalışan kız arkadaşlarımız neyi ispat etmeye çalışıyor ? o da bir muallak tabi. ---

Kapıda üstünde basın kartları ve birkaç öğrenci kartı bulunan bir masa vardı. "kimlik vermek zorunda mıyız ?" dedim bu pek mütevazi olmayan  masanın arkasında bulunan zat-ı muhtereme. "yok, girebilirsin" dedi. Giriş iznini de aldıktan sonra hiçbirşey alıkoyamazdı beni artık Mohyeldin'i dinlemekten. Derin bi nefes aldım ve girdim kapıdan ( bu son söylediğimi yapmadım sadece yeşillik )

Kapının diğer tarafına geçtiğimde baktim ki hiç boş yer yok ama tanıdık simalar var. şansıma salonun kenarlarında oturuyorlardı. gittim yanlarına. "abi naber ? iyidir abi n'olsun, başladı mı ? yoklama alındı mı ?" falan muhabbetlerindeyken iletişim fakültesi dekanımız Halil Nalçaoğlu kürsüye çıktı. gerekli tanıtım ve giriş konuşmasını yaptıktan sonra Mohyeldin'e bıraktı sözü.

Oturdum merdivenlere, efendi efendi dinlerken not almam gerektiği geldi aklıma. Ama Mohyeldin'in seri konuşmasına yetişemiyordum. Söylediklerinin arasından bir cümle çekip çıkardım; "Social media has become a tool of social justice"
- Evet katılıyorum bu lafına.

Sonra Mohyeldin'in konuşması bitti geldi sıra soru-cevap kısmına. 1 soru, 2 soru, 3 soru derken iki büklüm oturmaktan belim ağrımaya başladı. kalktım ayağa. En arkada olduğum için herkesi rahatça görebiliyordum. Kış mevsiminde olduğumuz için salondakilerin kıyafetleri ağırlıklı olarak siyah veya tonlarıydı.

Tam önümde oturan bi hanım soru sorabilmek için çok çabaladı ama mikrofonu bir türlü yakalayamadı ama önemli olan katılmaktı, üzmesin kendisini, bir dahaki sefere artık.

Bi ara ispanyol aksanlı bi zat kaptı mikrofonu, flemenko rüzgarları esti salonda. İspanyol aksanıyla ingilizce konuşulunca kulağa hiçte estetik gelmiyormuş bu arada, bir rus, bir irlanda, bir iskoç aksanı varken. Öyle filmlerdeki gibi değil, her ispanyolda Antonio Banderas değil. :)

Sonuç olarak keyifli bir konferanstı diyebilirim, belimin ağrıması dışında bir sorun yoktu benim için.
Mohyeldin bir daha gelse bir daha dinlerim. ( tabi bir koltukta oturmak şartıyla )

19 Şubat 2011 Cumartesi

iPad icat oldu, yaratıcılık yalan oldu.

Çoğunlukla otobüslerde meydana gelen bir hadisedir ama her türlü yerde de gerçekleşebilir başkasının gazetesine salça olmak.
Siz gazetenin derinliklerindeyken birden rahatsızlıksız duymaya başlarsınız, bi terslik vardır. sonra bakarsınız sağınıza solunuza, biri sizin gazeteden haber sızdırıyor. Kabul edilemez.
Katlarsınız gazeteyi sırf okumasın kimse diye, iki büklüm okumaya çalışırsınız ama yok o da olmaz. Bi de sayfa değiştirdiğinizde "pardon bi önceki sayfayı açar mısınız,
çok önemli bir haber okuyordum vs" bile diyebilir biri. Hiçbiri olmazsa gazeteyi kimseye aldırış etmeden, fütursuzca okursunuz, çılgınlar gibi :) sonra bırakırsınız oraya kim alırsa alsın artık,ben işimi bitirdim edayasıyla.
Bunlar güzel şeylerdir. Hayata tat katar. Evet pul biber de olabilir, karabiber de.Neyse ama zevklidir işte. Gel gelelim iPad denilen icatla bunlarınn hiçbiri yapılamaz.
Evet biliyorum, ama ipad internete giriyo, ama ipadin şu kadar hard disk var, ama ipad şu kadar piksel, ama ipad daha bir sürü ıvır zıvır.  Yok arkadaş, sen ipad i kıvırıp koltuğunun altına koyabilir misin ? hayır.
Ya da oturuduğun yerde pantolonun pislenmesin diye altına koyabilir misin ? yine hayır.
İpad çok işlevliymişte bilmemne, sadece bir gazete alarak ortalama 50 krş. cam silebilirsin, sinek öldürebilirsin, beğendiğin haberleri kesip albüm yapabilirsin, taşınırken bardak çanak sarmak için kullanırsın,
canın sıkılır uçak yaparsın. gazetedeki zatların yüzünü boyayarak resim yeteneğini geliştirirsin, kullanmadığın ayakkabının içine tıkabilirsin, zor durumda kaldığında sofra bezi bile yapabilirsin.
bütün bunlar sadece 50 kuruş. şimdi ararsanız yanında magazin sayfamızda ücretsiz olarak ayağınıza gelecek. haydi, hemen arayın 0212...  ııı neyse :) ( aralara reklam almak iyi bir fikir olabilir aslında )
konumuza dönersek, isterseniz "yok efendi bana yeter" de diyebilirsiniz ama konuya dönüşte sürpriz hediyeler sizleri bekliyor olacak hani :P
Diyelim ki, dostlar kıraathanesinde birgün, çay karıştırma ve höpürtdetme sesleri arasında ipadten gazete okuyorsun. oldu mu bu tablo şimdi ? olmadı.
Hadi o haberi ipadten okudun, ondan sonra orda gördüğüğn bilimum manken, sanatçı veya "mağdur" insana sakal - bıyık - kaş vs çizmek istedin. İstersin, istersin.
İpadte yapamazsın bu olayı. Dergilerdeki insanları boyarım diyen arkadaşlar, yakında dergilerinde ipad sayfaları çıkar( bilm,yorum belki de çıkmıştır. ) sonra "vay efendim
ben kendimi geliştiremiyorum, resim yapamıyorum, kendimi ifade etmekte problemlerim var" diye gezinirsiniz.
Bugünün birçok ünlü karikatüristi gazete boyayarak kendini geliştirdi. Misal; yiğit özgür, umut sarıkaya, cihan ceylan, erdil yaşaroğlu hatta cem yılmaz bile. ( gerçek hikaye )
Yani demem o ki; al bi gazete hayatına renk kat. :)