17 Aralık 2010 Cuma

Okusun da büyüsün

Kitap deyince çoğu insan okumanın ne kadar güzel olduğundan, eğitime ne kadar katkısı olduğundan bahseder. 

İlk olarak boyama kitapları ya da yabancı filmlerde gördüğüm kadarıyla gece anne ya da babanın çocuğuna okuduğu kitapla tanışılır kitapla. Okula başlayınca ders kitapları alır boyama kitaplarının yerini çok şey(!) öğreniriz o kitaplardan.

Edebiyat dersinde Öğretmen bir kitap belirler okumamız için ve o kitap muhtemelen ilk hikaye kitabı ya da ilk roman olur bizim için. Zorunlu kitabımızı da okuduktan sonra ya kitap okumak zevkli bir iş olmaya başlar ya da nefret ederiz onlardan. En ufak bir okuma işimiz olduğunda söyleniriz.

Ben ilk romanımı edebiyat dersinde aldığım bir ödev sayesinde okudum. Kitap okumak işkenceydi ama edebiyat dersinden geçmek için okumak zorundaydım. Ben bu kitap işinde acı çektiğimi düşünürken Öğretmenim kendi seçtiğimiz bir kitabı okuyup özetini çıkarmamızı istedi. Benim için hiç fark etmezdi. Ne de olsa okumak bir işkenceydi benim için.

O sıralar ‘Yüzüklerin Efendisi’ sinemalara gelmişti. Sinemaya gidip izledim. Ne kadar mükemmel bir film yapmışlardı ama film hiç olmadık bir yerde bitiyordu ev ikinci film bir yıl sonra çıkacaktı. Meğerki kitabı da varmış bu yüzüklerin efendisinin. Hemen gidip aldım tabi kitapları ikinci kitap, üçüncü kitap derken bitti kitaplar. Bir yanlışlık olmalıydı, o kitapları ben mi okumuştum hem de hiç sıkılmadan? İnanılmaz bir şeydi bu. Kitap okumak zevk veriyordu bana, sonra ilgimi çeken kitaplar buldum. Buldukça da okudum tabi. Bu böyle gitti.

 En son üç gün içerisinde ne kadar ‘Sherlock Holmes’ hikayesi varsa okudum. Artık o ilköğretim yıllarında neden zorla kitap okutulduğunu sanırım anladım.

Ne televizyonun ne de internetin veremediği başka bir şey var kitaplarda.

9 Aralık 2010 Perşembe

Beşir'le Vals Üzerine Düşüneceler

Filmi izlerken ilk dikkat çeken nokta filmin animasyon olması. Filmin neden animasyon olarak çekildiği ancak filmin sonunda belli oluyor. Film boyunca geçmişini arayan Ari, filmin sonunda herşeyi hatırlıyor ve animasyon gerçek görüntülerle yer değiştiriyor.
           
 Filmin içinde deniz  faktörü bilindik anlamından çok, güvenli bir yuva ve kurtuluş olarak gösterilmiş. Tüm arkadaşları ölmüş bir askerin denize ulaşarak düşman askerlerinden kurtulması ve ölüm tehlikesi devam etmesine rağmen denizin içindeyken kendini daha rahat hissetmesi, çıplak olarak denizden çıkan Ari ve arkadaşlarının tekrar asker kıyafetlerini giymeleri ya da bir yat ile savaş bölgesine ulaşmaya çalışan askerlerden birinin, denizden gelen bir kadın tarafından alınıp, oradan denizin açıklarına doğru uzaklaştırılması ve bunlar olurken kendini çok huzurlu hissetmesi hakkında bir düş görmesi, filmde deniz faktörünün açıkça güvenli bir bölge olarak gösterildiğini destekler nitelikte.
           
 Bir diğer dikkat çekici nokta ise filmdeki müziklerin kullanılış şekli. Filmde eğlenceli bir müzik eşiliğinde eğlenen, şarkı söyleyen ve şakalaşan askerler görülüyor. Bu da askerlerin sürekli savaş psikoloji içinde olmadığını, girdikleri çatışmaları aynı bir memurun mesai saatleri olarak gördüklerini ve çatışma sonlandığından tekrar normal insan psikolojisine geri dönüp, hayatlarını sürdürmeye çalıştıklarını vurguluyor.
          
  Filmde o dönemde savaş adı altında katledilen insanlardan da çok az bahsedilmiş ve “katliamı yapan sadece Falanjistlerdi ama biz de onlara bu katliamda bilmeden de olsa yardım ettik” mesajı verilmiş. Bu mesaj medya faktörünün özellikle savaşlarda gerçekten çok farklı şeyler yansıttığını kanıtlıyor.
          
  Son olarakta, filmde yirmi yıl önce savaşta neler yaşadığını hatırlayamayan Ari karakterinin olanları hatırlamak için savaştaş beraber yer aldığı arkadaşlarıyla görüşüp, savaş anılarını canlandırmaya çalışması, bireysel hafıza olarak zayıf bir karakterin kollektif hafızadan yararlanarak yaşadıklarını hatırlamasına örnek gösterilebilir.

2 Aralık 2010 Perşembe

Beşir'le Vals

filmin ilk başlarında "bu ne lan, anime mi izleyeceğiz ?" dedim kendi kendime ama filmin sonunda çıktı iş ortaya neyse şimdi orayı karıştırmayalım.

Ari kırk yaşlarında bir yönetmendir ve bir arkadaşının ona anlattığı bir rüya ile yirmi yıl önce yaptığı askerliğinde kayıp noktalar olduğunu hatırlar ve bu kayıp noktaları bulmak için beraber askerlik yaptığı aşkadaşlarının hepsini tek tek ziyaret eder.

filmde ki önemli noktalardan biri de ; filmin müzikleriydi.
askerler şarkılar söyleyip, eğleniyor ve askerlerliğinde diğer mesleklerden bir farkı olmadığını gösteriyordu.

diğer bir önemli nokta ise gerçek bir hikaye sadece animasyon. Filmdeki karakterlerin gerçek; Ari denilen başrol karakteri aynı zamanda filmin yönetmeni olan Ari Folman.'ın ta kendisi. aynı Ari Folman gibi diğer birçok karakter, kendilerine hayat veren gerçek karakterler tarafından seslendirilmiş.

bir de ortadoğudaki savaşta katliamı gerçekleştirenler sadece falanjistler olarak gösterilmiş, sanki israil askerleri melekmiş gibi. tabi ellbette israillileri şeytanlıkla suçlamıyorum, hepsi aynı olacak diye bir kural yok. diğer yandan filistinlilerde sütten çıkmış ak kaşık değil. İsraillilliler ne kadar suçlu ise filistinliler de o kadar suçludur ortadoğudaki katliamlarda.

neyse konu dağıldı. filmin sonuna kadar herşey anime olarak gösteriliyordu ancak Ari yirmi yıl önceki bütün olayları hatırlayınca olay gerçek görüntülerle yer değiştiriyor ve film orada son buluyor.

muslukçu fantezisi üzerine bir alman pornosu bile bulunmaktadır filmin içinde ama takılmayın o noktaya :))

izlemenizi tavsiye ederim ama öle savaş filmi mantığıyla izlemeyin, ekşın hiç durmaz diye bi durum yok.
kısacası gayet güzel bir film olmuş. izleyin