25 Şubat 2011 Cuma

Devrime Ses Verdim

22 şubat 2011 gecesi mailime bakınca hocalarımdan birinin mailini gördüm. Son dakika ödevi falan mı diye düşünürken bi cesaretle açtım maili. "yarın derse gelmek yerine sabah 11'de Ayman Mohyeldin'in konuşması var. katılın. yoklama alınacaktır" yazıyodu. Değişiklik iyi olurdu aslında.

Televizyonda Cüneyt Özdemir'in programında gördüm Mohyeldin'i. Anlatıyodu bişeyler. Sabah ne de olsa bi daha anlatır diye dinlemedim.

11 deki konferans a gitmek için ( okula ortalama 30 dk içinde ulaşabiliyor olmama rağmen ) 9 da kalktım. Nasıl olsa zaman var mantığıyla oyalanırken saat 10:30 olmuştu bile. Gitsem mi gitmesem mi gelgitleri yaşamaya başladım. Nasıl oldu bilmiyorum, gitmeye karar verdim. Sanki adam konferans ı bi tek bana vericekmiş gibi bi ruh hali içine girdim, gitmezsem ayıp olur. Kalkmış gelmiş buraya kadar sonuçta.

Neyse taksim akm ye vardığımda saat 10:50 idi. Ben öyle aval aval etrafa bakınırken, benim gibi geç kalmış bir arkadaşın sesi duyuldu; "shuttle 11 de kalkıcakmış. zaten geç kaldık. taksi tutalım" dedi.
Evet, çok mantıklı konuşuyordu. Kabul ettim tabi hemen.  Memur tipli bi amcanın taksisine bindik. Dolapderede indi biri. bu arada akm'nin önünden dolapdere kampüse kadar 5 lira yazıyo taksimetre.

Klasik taksici muhabbetine başladı bizim memur tipli taxi driverımız. dolapdere kampüsten santral e doğru giderken sağ tarafta küçük bi futbol sahası var. onun oraya  alışveriş merkezş yapıcaklarmışta, siyasileri bundan rant sağlayacakmışta, trafik problemi ayyuka çıkmışta birsürü bişey söylüyo işte. cevap vermemekte çözüm değil. keskin sorularla köşeye sıkıştırmaya çalışsa da taksici amca bizi, bu sorulardan alnımızın akıyla çıkmayı bildik.

Santral sınırlarına giriş yaptık, eski shuttleların orada durdu araba. (akm -  santral arası 15 lira tutuyormuş.) --- shuttların oradan kaldırılıp, arka tarafa alınması çok saçma oldu bu arada. ne güzel geliyolardı işte yakına. Zaten arnavut kaldırım bozması yolun sonunda perişan olmaktayız. ben spor ayakkabıyla yürümekte zorlanırken, topukluyla o yolda yürümeye çalışan kız arkadaşlarımız neyi ispat etmeye çalışıyor ? o da bir muallak tabi. ---

Kapıda üstünde basın kartları ve birkaç öğrenci kartı bulunan bir masa vardı. "kimlik vermek zorunda mıyız ?" dedim bu pek mütevazi olmayan  masanın arkasında bulunan zat-ı muhtereme. "yok, girebilirsin" dedi. Giriş iznini de aldıktan sonra hiçbirşey alıkoyamazdı beni artık Mohyeldin'i dinlemekten. Derin bi nefes aldım ve girdim kapıdan ( bu son söylediğimi yapmadım sadece yeşillik )

Kapının diğer tarafına geçtiğimde baktim ki hiç boş yer yok ama tanıdık simalar var. şansıma salonun kenarlarında oturuyorlardı. gittim yanlarına. "abi naber ? iyidir abi n'olsun, başladı mı ? yoklama alındı mı ?" falan muhabbetlerindeyken iletişim fakültesi dekanımız Halil Nalçaoğlu kürsüye çıktı. gerekli tanıtım ve giriş konuşmasını yaptıktan sonra Mohyeldin'e bıraktı sözü.

Oturdum merdivenlere, efendi efendi dinlerken not almam gerektiği geldi aklıma. Ama Mohyeldin'in seri konuşmasına yetişemiyordum. Söylediklerinin arasından bir cümle çekip çıkardım; "Social media has become a tool of social justice"
- Evet katılıyorum bu lafına.

Sonra Mohyeldin'in konuşması bitti geldi sıra soru-cevap kısmına. 1 soru, 2 soru, 3 soru derken iki büklüm oturmaktan belim ağrımaya başladı. kalktım ayağa. En arkada olduğum için herkesi rahatça görebiliyordum. Kış mevsiminde olduğumuz için salondakilerin kıyafetleri ağırlıklı olarak siyah veya tonlarıydı.

Tam önümde oturan bi hanım soru sorabilmek için çok çabaladı ama mikrofonu bir türlü yakalayamadı ama önemli olan katılmaktı, üzmesin kendisini, bir dahaki sefere artık.

Bi ara ispanyol aksanlı bi zat kaptı mikrofonu, flemenko rüzgarları esti salonda. İspanyol aksanıyla ingilizce konuşulunca kulağa hiçte estetik gelmiyormuş bu arada, bir rus, bir irlanda, bir iskoç aksanı varken. Öyle filmlerdeki gibi değil, her ispanyolda Antonio Banderas değil. :)

Sonuç olarak keyifli bir konferanstı diyebilirim, belimin ağrıması dışında bir sorun yoktu benim için.
Mohyeldin bir daha gelse bir daha dinlerim. ( tabi bir koltukta oturmak şartıyla )

19 Şubat 2011 Cumartesi

iPad icat oldu, yaratıcılık yalan oldu.

Çoğunlukla otobüslerde meydana gelen bir hadisedir ama her türlü yerde de gerçekleşebilir başkasının gazetesine salça olmak.
Siz gazetenin derinliklerindeyken birden rahatsızlıksız duymaya başlarsınız, bi terslik vardır. sonra bakarsınız sağınıza solunuza, biri sizin gazeteden haber sızdırıyor. Kabul edilemez.
Katlarsınız gazeteyi sırf okumasın kimse diye, iki büklüm okumaya çalışırsınız ama yok o da olmaz. Bi de sayfa değiştirdiğinizde "pardon bi önceki sayfayı açar mısınız,
çok önemli bir haber okuyordum vs" bile diyebilir biri. Hiçbiri olmazsa gazeteyi kimseye aldırış etmeden, fütursuzca okursunuz, çılgınlar gibi :) sonra bırakırsınız oraya kim alırsa alsın artık,ben işimi bitirdim edayasıyla.
Bunlar güzel şeylerdir. Hayata tat katar. Evet pul biber de olabilir, karabiber de.Neyse ama zevklidir işte. Gel gelelim iPad denilen icatla bunlarınn hiçbiri yapılamaz.
Evet biliyorum, ama ipad internete giriyo, ama ipadin şu kadar hard disk var, ama ipad şu kadar piksel, ama ipad daha bir sürü ıvır zıvır.  Yok arkadaş, sen ipad i kıvırıp koltuğunun altına koyabilir misin ? hayır.
Ya da oturuduğun yerde pantolonun pislenmesin diye altına koyabilir misin ? yine hayır.
İpad çok işlevliymişte bilmemne, sadece bir gazete alarak ortalama 50 krş. cam silebilirsin, sinek öldürebilirsin, beğendiğin haberleri kesip albüm yapabilirsin, taşınırken bardak çanak sarmak için kullanırsın,
canın sıkılır uçak yaparsın. gazetedeki zatların yüzünü boyayarak resim yeteneğini geliştirirsin, kullanmadığın ayakkabının içine tıkabilirsin, zor durumda kaldığında sofra bezi bile yapabilirsin.
bütün bunlar sadece 50 kuruş. şimdi ararsanız yanında magazin sayfamızda ücretsiz olarak ayağınıza gelecek. haydi, hemen arayın 0212...  ııı neyse :) ( aralara reklam almak iyi bir fikir olabilir aslında )
konumuza dönersek, isterseniz "yok efendi bana yeter" de diyebilirsiniz ama konuya dönüşte sürpriz hediyeler sizleri bekliyor olacak hani :P
Diyelim ki, dostlar kıraathanesinde birgün, çay karıştırma ve höpürtdetme sesleri arasında ipadten gazete okuyorsun. oldu mu bu tablo şimdi ? olmadı.
Hadi o haberi ipadten okudun, ondan sonra orda gördüğüğn bilimum manken, sanatçı veya "mağdur" insana sakal - bıyık - kaş vs çizmek istedin. İstersin, istersin.
İpadte yapamazsın bu olayı. Dergilerdeki insanları boyarım diyen arkadaşlar, yakında dergilerinde ipad sayfaları çıkar( bilm,yorum belki de çıkmıştır. ) sonra "vay efendim
ben kendimi geliştiremiyorum, resim yapamıyorum, kendimi ifade etmekte problemlerim var" diye gezinirsiniz.
Bugünün birçok ünlü karikatüristi gazete boyayarak kendini geliştirdi. Misal; yiğit özgür, umut sarıkaya, cihan ceylan, erdil yaşaroğlu hatta cem yılmaz bile. ( gerçek hikaye )
Yani demem o ki; al bi gazete hayatına renk kat. :)